Altmış yılı geçen bir yaşam tecrübesiyle, resim yapmak/sanatla uğraşmak, -içindeki çocuğu dışarı çıkarma özgürlüğü sağladığından olsa gerek-, sanki oniki yaşında bir çocuğa ayrı bir dünya verir gibi başka bir boyuta götürüyor. Sanat, bir zaman tünelinde hiç tanımadığınız veya sizi hiç tanımayan insanların hayatına dokunabilme olanağı nedeniyle size çok özel bir fırsat sunuyor. Sanatın, kendi içindeki hareket ya da dinamizminden, vasıta ve sonuçların uyumundan (harmonisinden) doğanın kaynaklık ettiği bir enerjisi var ve bu enerjinin depolandığı çalışmadan yayılması yeni doğmuş ve iyilik için başka açılımlara gebe bir varlığın etkilerini yaratabilir düşüncesindeyim.
Kişisel olarak, bütün bu gayretlerin amacı;”Yapıcı Özgürlük” temel alınarak herşeyin canlılığına katkı sağlamaktır. [Çok kısaca açıklamak gerekirse özgürlük: istediği herşeyi yapma iradesi şeklinde algılandığında çok farklı alanlara kayabiliyor ve etkileri çok farklı olabiliyor. Tabii özgürlük konusu çok daha derin olarak (zorunlulukların kabülü gibi veya farklı tezlerle) tartışılabilir ama burada asıl konu öyle ya da böyle yapıcı özgürlük konusuna dikkat çekmektir.] Sanata bu anlayışla baktığınızda çalışmanın konusu (teması) şekli, tekniği ve benzeri konular ne olacaksa o olabilir gibi geliyor.
Dolayısıyla çalışma “Zümrüdü Anka”,
mitolojik bir hikayeyle “Altın Post”,
bir güvercinin kanadında “Yaralı Barış”,
güneşli bir bahar gününde yapraklarında umut taşıyan “Ölümsüz Zeytin Ağacı”,
veya yıldızlı bir kış gecesindeki savaşlarda “İnsan insanın kurdudur” olabilir.
Ayrıca dinamik ve bunlarla sınırlı olmamakla beraber genellikle soyut çalışmalarda izleyicinin hayal gücü ve izlenimlerine, onların çalışmalarla nasıl iletişim kurduklarına veya tersi duruma bağlı olarak bir çalışmada birden fazla konu da mevcut olabilir. Bu yaklaşımda; sınırlar ve esasları önceden belirlenmiş yollar olmadığından; sanki daha önce yürünmemiş bir patikada maceraya çıkma etkisi de yaratabilir. “Yapıcı Özgürlük” kısmında ise nerede yürüdüğünüz değil nasıl yürüdüğünüz daha önemli olabilir.
Yani Lotus çiçeğine mi, yoksa bataklığa mı odaklanacağınız konusu sizin bilinçli/bilinçsiz bilinç seçiminizdir ve bireysel açıdan çok genel bir çerçeve oluşturur. Pratikte (sanat pratiği dahil) ise bunun farkındalığı, sınırsız bir kabullenmenin, boyalar ve çalışma malzemeleri üzerinden akıp gitmesi şeklinde ortaya çıkabilir. Sanat çalışmaları (kendi adıma) bazen acı ve sıkıntı verici olsa da, genellikle keyiflidir. Bu yaklaşım, işin doğası gereği çoğunlukla kendisini tekrar etmez ve genel olarak:“Sezgisel deneyimleme”veya“Kuantumla sanat deneyimi “ olarak adlandırılabilir.
İleri psişik özelliklere sahip olmamakla beraber; iç ses iletişimi,mesajları farketme ve okuma, beyindeki teta dalgaları vb gibi konularla “Duyu dışı algılama” farkındalığına sahipseniz; algı düzleminiz (paradigma) sevgi, saygı, anlayış gibi parametreler üzerine kuruluysa; kalanlar kendi doğanız üzerinden yaratıcı sürecin yerine getirilmesi olarak görülebilir.
Örneğin bir Güney Amerika ülkesinde ölmek üzere olan bir ata yapılan müzikli tören duygularınızı tetikleyebilir ve bu tetiklenme sizi “Ölen At’a Ezgi” çalışmasına götürebilir.
Tüm bunlarla birlikte, belirteceğim şu konunun da çok önemli olduğu düşüncesindeyim. Yukarıda geçen tüm anlam ve anlamlandırmalar, ancak ve ancak çalışma ve uygulama tekniklerinde ustalaşmak suretiyle yansıtılabilir. (İş becerisi, görebilme, gözlem, el hakimiyeti, el hafızası vb…) Yeri gelmişken bunu yapabilen Ustalara derin bir saygı taşıdığımı ifade etmeliyim. Birbirini destekleyerek ve etkileyerek sürecin kendisi ve teknikleri özümseyerek, malzeme ve araç kullanımında ustalaşmak çalışmanın oluşturulmasına bütüncül yaklaşımı oluşturur. Ve iyi bilindiği üzere “İş Öğretir!”.
Lütfen bir an için yaşamlarını ironic olarak eserlerine yansıtan ya da yaşamları yazdıkları şekilde oluşan/sonlanan yazarları düşünün. (Zweig, Kafka?) Sanatta da, çalışırken, herhangi bir konunuz ya da mesaj taşıma düşünceniz olmadan ve çalışmanın nereye yönleneceğini bilmeden; duygu durumunuz, hisleriniz, hissettikleriniz, düşünceleriniz, ruhunuzdaki enerji ve hatta biraz daha ileriye giderek “karmanız” önlenemez biçimde çalışmanıza geri dönebilir. Bunların tümü, sanki, çok katmanlı ve esnek bir biçimde içiçe geçmiş gibidir. Ancak burada da olmayanın “yaptım oldu’ya” taşınması riski ve anlamsızlığı her zaman vardır. Bunun kesin ölçütleri ne kadar vardır ya da mevcut ölçütler/kriterler ne kadar kesindir bilmiyorum ama; işin gerektiği gibi olup olmadığı en iyi çalışmanın kendi söyleminden anlaşılır düşüncesindeyim. Çok net olmadığının farkındayım ama kalitenin seviyesini çalışmanın kendisi söyler dersem belki biraz daha iyi ifade etmiş olurum.
Sanat çalışmasının eylem boyutuyla ilgili biraz daha detaya girmem gerekirse (Nasıl çalışıyorum?) :
– Biriktirme:Çalışmaya başlama zamanı gelinceye ve işin kendisi beni bu konuda dürtünceye kadar; enerji, fikirler, bilgiler ve dikkatimi çeken malzemeyi onları nasıl kullanacağımı bilmeden biriktiririm.
– Düzenleme: Çalışma zamanı geldiginde, biriktirilmiş malzemeyi, nasıl bir zeminde çalışacağımı, boyaları ve dikkatimi çeken diğer unsurları düzenlerim.
– İşe Başlama: Bu, her zaman olmamakla beraber, genellikle çalışmaya başladıktan sonra iç ses devreye girer ve bazen detaylı şekilde yardımcı olur. Belki de bana öyle geliyordur ama, örneğin damlatma çalışıyorsanız: şu taraftan bu tarafa damlat, şimdi süngeri kullan, tuvali yukarıya kaldır, terse çevir, akışa izin ver, şimdi şu renge git vs..Bu süreç çalışma tamamlanıncaya/bitinceye kadar devam eder. İşin sonlandırılması/bitirilmesi/tamamlanması da çalışma süreci kadar önemli oluyor- eğer daha önemli değilse.
Tabii ki resim yapmada, daha genel olarak sanat’ta yerleşmiş ve gelişen teknik ve prensipler var; ancak herhalde her çalışmanın da kendi yolu yordamı oluyor. Bu konuda, lütfen resim macerasına başladığım günlere dönmeme izin verin.
Üç ölü doğa (nature-mort) çalışmasından sonra bir soyut denemesi yaptım ve Hızır Teppev’in atölyesine bu çalışmayla gittim. Hızır, “bu çalışma, bu bahçenin çiçeği değil” diyerek, bana hangi renkleri istiyorsam paletime almamı ve istediğim fırçayla tuvaldeki çalışma üzerine içimden geldiği gibi fırça darbeleri vurmamı söyledi.
Belli bir noktada -içimden bir ses- sanki tuval bana konuşur gibi “Ben tamamım. Artık beni boyama!” dedi. Ben de yine içimden “Bana ne yapacağımı sen söylemeyeceksin, ben ne istersem onu yapacağım” dedim ve limon sarısıyla bir fırça daha vurdum. Daha ileriye de gitmedim. Hızır geri döndüğünde, son fırça darbesini göstererek “Şu fazla fırça darbesi hariç, genel olarak iyi sayılabilir” dedi. (Sol alttaki fazla sarı fırça darbesi şimdi bile seçilebilir.)
O günden sonra çalışma bittiğinde durulması gerektiğini aklımda tutmaya çalıştım. Az sayıda eser bu yüzden bozulmadı değil ama küçücük bir noktanın bile çalışmanın tamamını bozabileceğini geç te olsa öğrendim gibi geliyor. Zaman zaman, daha başlar başlamaz çalışmanın tamamlandığı da oluyor. Alınan dersler çerçevesinde daha ileriye gitmiyor ve çalışmayı bırakıyorum. (Kaz Dağları Senfonisi)
Resim eğitimi aldığım dönemde aynı zamanda işte yoğun şekilde çalıştığım için, zamanı etkin kullanma amacıyla evde de resim çalışmaları yapıyor ve onları taksiyle Hızır’ın atölyesine götürüyordum. Bir keresinde de götürdüğüm bir çalışma hala ıslaktı ve ambalajından çıkardığımda üzerinde çizikler oluştuğunu gördüm. Hem canım sıkıldı, hem de biraz üzüldüm. Hızır, işini iyi bilen uzman özgüveniyle: “Bi bakalım ne yapabiliriz?” dedi. Bir spatula aldı, çizikleri derinleştirdi ve “bu tamam!” diyerek, resmi öylece bıraktı.. İşte o an, her çalışmanın kendi yolu olduğu ve uygun yöntemlerle olumsuzlukların olumluya dönüştürülebileceğini öğrendiğim bir andı.
Başka bir kilit nokta da, anladığım kadarıyla, üretim/yaratım sürecinin; denge, uyum, renk etkileşimleri, boş-dolu alanlar, resme giriş ve resimde dolaşma gibi konuların kontrolüdür.
Çalışırken ara ara hatta mümkün olduğunca sık sık geriye çekilir, kontrol eder, resmi dinler ve devam ederim. Bu fırsattan istifade ile Hızır Teppeev’e bana resim konusunda öğrettikleri ve özellikle bilinçaltıma müdahil olmadığı için (bilerek mi yaptı, bilmiyorum) minnetimi ifade etmek isterim. Kendisi benim sanatta ilk ve tek öğretmenimdi ve maalesef kendisini 3 Mayıs 2016’da kaybettik. Üzgünüm…
Çalışmalarım bana, sanki benden parçalar taşıyor duygusu veriyor ve ne zaman yeni bir çalışmaya başlasam ilk defa yapıyormuşum gibi coşku duyuyorum.
Sanat konusunda en büyük arzum: düşünce ve duygularımı, çalışma zeminine uygun şekilde yansıtarak, hissettiğim enerjiyi onlar vasıtasıyla diğer insanlara olumlu bir biçimde iletmek ve depoladıkları titreşimi olanaklar çerçevesinde en çok sayıda insanla, iyilikler/güzellikler getirmesi dileğiyle paylaşmaktır… Kenan K.